top of page

Cennetin Kapısını Tıklatmak - Lisa Randall

 

Hollywood’daki bilim kurgu filmlerinin çoÄŸu nedense bana inandırıcılıktan çok uzak gelir. ÖÄŸrenciliÄŸimden beri fizik ve astronomi kitapları okumayı severim ve hala da okurum. Belki de bu yüzden film senaryolarındaki uçukluklar hemen dikkatimi çeker ve film benim için ilginçliÄŸini yitirir. Aslına bakarsanız fanatiÄŸi olduÄŸumuz birçok Hollywood bilim kurgusu, Cüneyt Arkın’ın o meÅŸhur Dünyayı Kurtaran Adam’ından görsel yönden çok iyidir ama senaryo olarak hepi topu yarım gömlek daha üsttedir. 2014 yılında izlediÄŸim Interstellar bu algımı yıktı. MüziÄŸi bir yandan, görselliÄŸi, oyuncuları derken son derece kaliteli bir film izlerken, senaryosunda dayandığı temeller hayret verici ölçüde gerçeÄŸe uygundu. Neredeyse ilk kez üfürmeden uzak, fiziksel kuramlara uygun bir Holywood filmi görüyordum. Filmin senaryo danışmanı ünlü fizikçi Kip Thorne’un filmdeki olayları açıklayan bir kitabı bile var; ekibin yaptığı o meÅŸhur galaksiler arası solucan deliÄŸi (warmhole) yolculuÄŸunun teorik temellerini orada açıklıyor. Bu yoculuÄŸun beÅŸinci bir boyut olan yerçekimi boyutunda yapıldığı anlatılıyor. Bu konuda daha tatmin edici, daha magazinden uzak bilgiler aradım ve konuyla ilgili birçok kaynağı taradım. Özellikle youtube’da bu konuda birçok seminer var. Bazı makaleleri de okuduktan sonra girdiÄŸim yollar beni bir adrese yöneltti: Lisa Randall.

2014 yılında Scientific American dergisinde yerçekimi dalgaları ile ilgili yazılar çıkmaya baÅŸladı. Bunları okurken Einstein’dan bu yana dört boyutlu bildiÄŸimiz evrenimize aslında bir beÅŸinci boyutun daha eklendiÄŸini, 2000’li yılların baÅŸlarından bu yana üzerinde çalışılan bu modelde, beÅŸinci bir boyut olarak yerçekimi boyutunun üzerinde çalışıldığını öÄŸreniyoruz. Bu konuda belki de son yirmi yılın en dikkate deÄŸer teorisi olan Randall-Sundrum teoremi önemli bir yer tutuyor. Nitekim uzak bir galaksideki iki kara deliÄŸin çarpışması sonucu ortaya çıkan yerçekimi dalgalarının ölçüldüÄŸüne yakın zamanda hepimiz ÅŸahit olduk; üstelik Einstein bunu öngördükten tam 100 yıl sonra (1916-2016). Bu beÅŸinci boyutun iki mimarından biri olan ünlü Harvard’lı fizikçi Lisa Randall’ın “Knocking on Heaven’s Door” adlı kitabı genel olarak teorik fiziÄŸin parçacık fiziÄŸini anlatırken, bizi evrendeki ultra küçük boyutlarda geçen olaylardan galaksiler arası astronomik boyutlara taşıyor ve bu kadar karmaşık evrendeki olayların arkasında aslında çok yalına indirgenebilecek gerçeklerle tanıştırıyor.

 

Kitap aşırı bilimsel ve formüllerle dolu bir fizik kitabı deÄŸil, diÄŸer yandan o çok rastladığımız türden magazinsel bilim kitaplarından da deÄŸil. Okuyucuyu çok sıkmadan, matematik vs bilmesini gerektirmeden, temel bir lise eÄŸitimi almış meraklı herkesin anlayabileceÄŸi, ama o elimizi salladığımızda çarptığımız sıradan popüler bilim kitaplarının yüzeyselliÄŸinde olmayan bir kitap. Kitap Ä°ngilizce; dilimizde çevirisi henüz yok diye biliyorum, ama Ä°ngilizcesi ağır sayılmaz. Ä°lk bölümlerinde teorik fiziÄŸin önemli kavramlarından söz ediyor. Sonuçta fizikçiler için yazılmış bir kitap deÄŸil, okumaya meraklı ve bilimin temel mantığını kavramış sıradan bir Amerikalıya yönelik yazılmış. Galileo’nun hayatından birtakım çarpıcı enstantanelerden örnek vererek bilimin geldiÄŸi noktayı kaba hatlarıyla anlattıktan ve günümüzün temel fizik kavramlarına bilim adamlarının nasıl ulaÅŸtıklarını özetledikten sonra, iÅŸin mutfağına, yani deney kısmına geliyor ve bizi insanlık tarihinde yapılmış en büyük, en müthiÅŸ makineyle tanıştırıyor: CERN.

Fransa-Ä°sviçre sınırında yerleÅŸmiÅŸ  ve yerin 100 metre altında inÅŸa edilmiÅŸ olan 27 km uzunluÄŸunda bir çemberden söz ediyoruz. 1980’lerin başından bu yana yapılmış ve kullanılmakta olan, 9 milyar dolara malolan insanlığın yaptığı en büyük makine. Aslında bu kompleksde bir deÄŸil, dört çember var; en uzunu bu sözünü ettiÄŸimiz LHC (Large Hadron Collider). Hadron sözcüÄŸünden kasıt, proton ve nötronların genel adı, yani atom çekirdeÄŸini oluÅŸturan ve her biri üçer kuarktan oluÅŸan temel taneciklere verilen ad. Bunları ışık hızına çok yakın hızlarda karşı karşıya getirip çarpıştırarak bu güne kadar dünyada elde edilmiÅŸ en yüksek enerji seviyelerine çıkılıyor ve doÄŸadaki en temel yapı taşı olan parçacıklar elde ediliyor. Çarpışmadan önce çıkılan hız beynimizi buharlatacak cinsten: parçacıklar 27 km’lik bu çemberi saniyede 11.000 kez dönüyor. Yazar kitapta Yüzüklerin Efendisi’ne de atıfta bulunarak bu bölüme “One Ring To Rule Them All” adını vermiÅŸ.

Bu deneylerin sonucunda elde edilen bilgilerden anlıyoruz ki maddeyi de, enerjiyi de oluÅŸturan parçacıklar arasında önemli farklar yok ve her iki taraf da birbirine benzer özellikler içeriyor. Enerji taşıyan bazı parçacıkların kütleleri olduÄŸu gibi, artı ya da eksi elektrik yükleri bile var. Her iki tarafı birbirinden ayıran hepi topu tek bir özellik var: Maddeyi oluÅŸturan parçacıklar ½ dönüÅŸe (ve katlarına) sahipken enerjiyi oluÅŸturan parçacıklar 1 tam dönüÅŸe sahip. Bu temel farklılık parcacığı enerji ya da madde dünyalarından birine yerleÅŸtiriyor. Kitap yazıldığı dönemde Tanrı parçacığı (Higgs bozonu) ile ilgili deneyler daha bitmemiÅŸti. Yazarın bununla ilgili bir kitabı daha var, o da okuma listemde. Ä°ÅŸte bu Higgs bozonu 0 dönüÅŸe sahipken, yerçekimi gücünü taşıdığı varsayılan graviton adlı parçacıklar 2 tam dönüÅŸe sahip ve bu özellik onları bizim evrenimizden alıp baÅŸka bir evrene yerleÅŸtiriyor.

Masanın üzerine koyduÄŸunuz bir atacın üzerinde küçük bir mıknatıs gezdirirseniz atacın havalanıp mıktatısa yapışması sizi ÅŸaşırtmaz. Aslında ÅŸaşırtıcı olan atacın koskoca dünyanın yerçekimi gücünü bırakıp küçücük bir mıknatısın manyetik gücüne yönelmesidir. Olayı fizik dilinde anlatırsak, evrendeki dört ana kuvvetten biri ve en zayıfı olan yerçekimi kuvvetinin elektromanyetik kuvvete yenilmesidir olan biten. Bu en zayıf kuvvet aslında bizim dünyamızda en zayıftır. Gerçekte yerçekimi kuvvetini taşıyan gravitonlar kendi boyutlarında çok güçlü bir iletiÅŸim içinde olabilirler, fakat onlar ayrı bir boyutta (5. Boyut) yaÅŸadıkları için, biz onların etkilerini çok uzaktan ve çok az olarak hissediyoruz. Bu boyut nerede ve ne kadar uzakta diyecek olursanız, beyni buharlaÅŸtıran baÅŸka bir kavram daha ortaya çıkıyor: Bizim evrenimizle arasında ultra küçük bir mesafe uzaklıkta ve iç içe, her yerde bulunuyor. Yazar bunları kitabında string (sicim) teorisi ve Planck uzaklığı gibi kavramlarla anlatıyor. Kitabın adındaki “cennetin kapısını tıklatmak” neyi kastediyor derseniz, bu farklı boyutu keÅŸfetmeye doÄŸru çıkılan yolculuÄŸu tasvir ediyor diyebilirim.

Evrenin doÄŸuÅŸunu açıklayan Big Bang teorisi artık teori olmaktan çıkmış ve sarsılmaz kanıtlarla benimsenmiÅŸ durumda. Teori, genel ruhu itibarıyla (neyse ki) tek tanrılı dinlerin genel felsefesi ve dünya görüÅŸüyle paralellik içeriyor. Bu paralellik gerçekliÄŸin, bizim dini algılayış biçimimizle örtüÅŸmesinden kaynaklanıyor. En temel parçacıkların adeta kozmik bir çorba gibi oluÅŸturduÄŸu bir havuzdan bildiÄŸimiz evren ve onu oluÅŸturan galaksiler meydana gelmiÅŸ. Kitapta deÄŸiÅŸik bölümlerde Big Bang’in çeÅŸitli aÅŸamalarına atıfta bulunulurken, aslında CERN’deki deneylerde gerçekleÅŸtirilen çok güçlü çarpışmaların amacının, evrenin bu ilk aÅŸamalarındaki tablonun bir benzerini elde etmek olduÄŸu anlatılıyor.

Bitmedi, evrendeki yüzmilyarlarca galaksiyi oluÅŸturan madde ve enerji aslında tüm evrenin % 5’ini oluÅŸturuyor. Kalan yaklaşık % 25 Karanlık Madde, % 70 de Karanlık Enerjiden meydana gelmekte. Karanlık maddenin nasıl bir ÅŸey olduÄŸu, nasıl bulunduÄŸu ve ölçülebildiÄŸi kitapta kısaca anlatılıyor; ama bu konuda yazarın yeni çıkmış bir kitabı daha var: Dark Matter and the Dinosaurs. Karanlık maddenin galaksinin temel hareketlerine ne oranda etki ettiÄŸini, büyük gök cisimlerinin yörüngelerinde sapmalar meydana getirerek dinazorların da yok olmasına yol açan göktaşı hareketlerini anlatan bir kitap. Bu kitap da fiziÄŸin esrarlı dünyasındaki yolculuÄŸu sürdürmede uÄŸranılacak duraklardan birisi. O da bir sonraki okuma listemde, tabii iÅŸ temposu ve ameliyatlardan zaman bulabildiÄŸim ölçüde.  

bottom of page